Gönderen: Oyhan Hasan Bıldırki | 16 Ekim 2008

Abdullah Ziya Kabak

Abdullah Ziya KABAK 

      Abdullah Ziya Kabak
      (1950 Eğridere – Milas)

      Abdullah Ziya Kabak, 1950 yılında Milas-Eğridere köyünde doğdu. Şimdi Söke’de uzmanlık dalım dediği terzilik mesleği ile uğraşmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır. Yazarlık hayatına 1963 yılında küçük notlarla başlamış, 1974 yılında da gazetecilik mesleğine girmiş. Halen çeşitli yerel gazetelerde köşe yazarlığı yapmaktadır. Söke Esnafın Sesi gazetesinin haber müdürlüğünü de yürüttü.
      Lise mezunudur. Şimdiye kadar çeşitli tarihlerde 7 hikâyesi Yenisöke’de ve bazıları da Sarızeybek dergisinde yayınlanmıştır. Hikâyelerinde yerel dil özellikleri görülür. Daha çok Söke-Milas yöresi insanlarının yaşadıklarını hatıra eder gibi bir üslupla anlatmaktadır. Kadife üsluplu yazarın hikâyelerini siz de sevecek, diğer kitaplarını sabırla bekleyeceksiniz. Kitap içinde yer alan öykülerin konusu gerçek ve orijinaldir. Öykülerin kahramanları hakkındaki bilgiler, canlı zatlardan bilgi edinmek suretiyle derlenmiştir.
      Yazarın diline gelince, her öykünün geçtiği zaman dikkate alınarak, kahramanların şiveleri kullanılmıştır. 1998 yılında Aydın Gazeteciler Cemiyeti öykü dalı birincilik ödülünü almıştır.

      Yazarın basılmış kitapları şunlardır:
      Tarladaki Altınlar (Öyküler, Alperen Dizgi, Şafak Ofset Söke – 1998)
      Türkmen Beyi Zeybek Osman (Roman, Deniz Ofset Aydın – 1999)
      Sevgiyi Arayanlar (Öyküler, ISBN 00258-0-6 Deniz Ofset Aydın – 2005)

      KIRIK AYNA

      Ziya’nın evi, oldukça kalabalıklaştı. Bir hafta önce, bademcik ameliyatı olmak üzere hastaneye yatmıştı. Bugün eve dönecek olması evde telaş yarattı. Ziya’nın sınıf arkadaşlarından Orhan, onu herkesten çok özlemiş olacak ki, gözlerden uzak bir köşede sabırsızlıkla yolunu bekliyordu. Uzakta, beklenen araç gözüktü. Orhan, aracı görünce eve doğru koşmaya başladı. Bir taraftan da avazı çıktığı kadar o, geliyor diye bağırıyordu. Onun sesiyle mahalle sakinleri ayaklandı. Kimisi balkondan bakıyor, kimisi de merakını yenmek için hastanın evine gidiyor. Araç evin önüne yanaştı. Ziya, babasının yardımıyla indi. Oldukça yorgun gözüküyordu. Meraklı komşular, hastayı çember içine aldı. Her ağız, ayrı bir soru soruyordu. Ziya sorulara cevap verecek durumda değildi. Onun yerine babası cevaplandırıyordu. Çünkü ameliyat koltuğundan yeni kalkmıştı. Yarası da taze olduğu için doktor tarafından konuşma yasağı getirilmişti. Gelenler, evlerinin uzaklığına göre oradan ayrılmaya başladılar. Kalabalıktan kurtulan Ziya, dışarıda bekleyen arkadaşlarını yanına çağırdı. Gelen arkadaşları ile tek tek kucaklaştı ama konuşamıyordu. Arkadaşlarının sorularını önceden olduğu gibi babası cevaplandırıyor. Ziya yorgun düşünce, uykuya daldı. Onun uyuduğunu gören arkadaşları, onu kendisiyle baş başa bırakıp tekrar görüşmek üzere yanından ayrıldılar.
      Akşam oldu. Evin hanımı, sofra hazırlığı telaşına girdi. Ona, evdeki bayanlar da yardımcı oluyorlardı. Yemek neşe içinde başladı. Aradan birkaç dakika geçmişti ki Ziya, kanlı istifra yaptı. Evde bulunan konuklar, onun bu halini görünce, kendilerine sanki yedikleri yemek zehir oldu. Herkes şaşkın gözlerle birbirlerine bakıyorlardı ne oluyor diye. Oysa babası Ruhi’nin olacaklardan haberi vardı. Doktor, ameliyat sırasında, hastanın kan yutabileceğini, belli bir saatten sonra da yuttuğu kanı istifra yoluyla çıkaracağını anlatmıştı ona. Herkes korku içinde ikilem yaşarken, o, nedense olaya soğukkanlı yaklaşıyordu. Onun bu davranışı, evde bulunanların tepkisini çekti. Oysa onun beklediği gerçekleşmişti. Daha sonra duruma açıklık getirerek, orada bulunanların üzerindeki psikolojik baskıyı kaldırdı. O dakikadan sonra yemekler yenmedi ama keyif kahveleri içildi. Gecenin geç saatlerine kadar güncel konulardan sohbet edildi. Sabah oldu. Gelen konuklar gittiler. Ev halkı da güncel işlerine döndüler.
      Ziya, beslenmeye sıvı yiyeceklerden başladı. Günler geçtikçe yaralar kapanıyordu. O, ana kadar geçen süreç içinde ebeveynleri ile konuşmak için işaret ile vücut dilini kullanmıştı. Odalarda annesini aradı ama bulamadı. Çağırmak istedi ama çağıramadı. Dili peltekleşerek kekeme olmuştu. Konuşamadığını fark edince, hıçkırarak ağlamaya başladı. O esnada annesinin sesi duyuldu. Ziya, durumunu annesinden gizledi. Tekrar işaret dilini kullanmaya başladı. Günler geçtikçe, toplumdan soyutlanmaya başladı. Başta ebeveynleri olmak üzere, tüm arkadaşlarından da kaçar oldu. Oysa o, oldukça iyi konuşurdu. Doğuştan kekeme olsaydı eğer, kabullenirdi. Ama basit bir bademcik ameliyat neticesinde konuşma bozukluğu yaşayınca, bir anda küçük dünyası yıkıldı. Onun bu kaçışını, babası sezmiş olacak ki sofra başında konuşturmaya çalıştı. Ziya, zor olsa da ebeveynleri ile konuştu. Onlar da böylece çocuklarının durumunu öğrenmiş oldular.
      Okullar açıldı. Herkes gibi o da okuluna başladı. İlk gün kimse bir şey anlayamamıştı. İkinci gün, en sevdiği arkadaşları bile onunla dalga geçmeye başladılar. Durumunu öğretmenine anlattı. Öğretmeni, yapabileceği bir şey olmadığını söyledi. Ziya, bu konuşmadan sonra tamamen içine kapandı. Her türlü soruya, yazılı olarak cevap veriyordu. Sonunda babasına isyan etti. Konuşma bozukluğunun çaresini bulmasını istiyordu. Baba Ruhi, çalmadık doktor kapısı bırakmadı. Aldığı cevap birbirinin aynısıydı.
      –  “Asla düzelmez”.dediler.
      Gerçekten tıbben yapılacak bir icraat yoktu. Kaderine küsen Ziya, günlerini ıstırap içinde geçiriyordu. Ailesi, oğullarının durumuna mı üzülsünler, yoksa ölümden döndüğü için mi sevinsinler; bir karar veremiyorlardı.
Ailecek, ıstırap içinde çırpınırlarken, baba Ruhi, bir arkadaşından bir başka doktor adresi almış. Ziya ile adresteki doktora gittiler.
Doktor iyice kontrolden geçirdikten sonra:
      -“Tıpta bunun çaresi yoktur ama pratikte vardır. Kulak duyacak kadar kitap okuyacak. Vakit buldukça da ayna karşısında kendisiyle konuşacak.” dedi 
      Baba oğul, doktorun yanından ayrıldılar. İkisi de suskundu. Ama gelecekten umutluydular. Denemekte fayda var gözüyle bakıyorlardı. Ziya, bundan sonraki hayatını, doktorun verdiği öğütlerle yaşayacaktı. Onun doktora gittiğini ailesinden başka bir bilen yoktu. Bundan sonraki attığı her adım, sevenleri için sürpriz olacaktı. Son durumu gizlice öğretmenine anlattı. Öğretmeni, okuması için okul kütüphanesinden birkaç kitap verdi. Ziya, heyecan içinde kitapları aldı. Cebinden çıkardığı mendilin içine sarmalayıp koltuğunun altına sakladı. Kimseye belli etmeden eve geldi.
      Evde kimse yoktu. Odasına girip kitapların sayfalarını çeviriyordu. Doktorun konuştuklarını hatırladı. Kitaplardan birisini aldı. Sağına soluna baktıktan sonra, sessiz okumaya başladı. Sayfalar teker teker tükeniyordu. Sesli okumayı denedi. Peltekleşen dil kekeleyince, kızarak elindeki kitabı fırlattı. Kitap ona, o kitaba bakıyordu. Sakinleştikten sonra kitabı tekrar parmaklarının arasına aldı. Bu sefer sesli okumaya kararlıydı. İlk kez sesli okumaya başladı. Kekelese de bağırarak okuyordu. Bu çalışma günlerce devam etti. Nihayet öğretmenden aldığı kitapları okuyup bitirmişti. Teşekkür ederek kitapları geriye iade etti.
      Öğretmen, okuduğu kitaplardan birkaç cümle de olsa test sorusu sordu. Olumlu cevap alınca çok memnun oldu. Ona başka kitaplar verdi. Ziya, öğretmenin kendisine sevecen yaklaşmasına çok memnun olmuştu. Aldığı kitapları günlerce okuduktan sonra, onları da iade etti. Bu serüven yıl boyu devam etti. Yılsonunda bütün dersleri pekiydi. Dilini düzelteceğim derken, bilmeden çalışkanlar arasına girdi. Bu arada, eskisine nazaran dilinde biraz düzelme olduğunu ebeveynleri de fark etti. Bu düzelme, onu daha çok hırslandırdı. Âdeta kitap kurdu olmuştu. Durmadan okuyacak kitap arıyordu. Bulamadığından dolayı da evde bulunan kitapları defalarca tekrar okudu. Her sayfasını ezbere biliyordu. Değişik kitaplara ihtiyaç vardı. Ama bulamıyordu. Babasının müsait bir anını kollamaya başladı. Fakat söyleyecek fırsatı bir türlü yakalayamıyordu.
      Baba Ruhi, oğlundaki panikliği sezmiş olacak ki, onunla konuşma fırsatı bulmaya çalışıyordu. Ameliyattan sonra içine kapanmıştı. Yanlış yapmak istemiyordu. Yarattığı bir fırsattan sonra: 
      – “Ziya, bana söylemek istediğin bir şey mi var?” dedi.
      – “Var baba!”
      – “Nedir söylemek istediğin?”
      – “Bana, yeni kitaplar almanı istiyorum.”
      Baba Ruhi, oğlu ile konuşurken, adeta şok geçirdi. Hiç yanıt vermeden ona sarılıp defalarca öptü. Nemli gözlerini ondan saklamaya çalıştı. Ziya, babasının kendisine karşı bu davranışına bir anlam veremedi. Ona karşı ne yaptığını da anlayamamıştı. Oysa babası, onun kekelemeden konuşmasından dolayı duygulanmıştı. Ziya ise kitapları düşünürken, babasıyla nasıl konuştuğunu bile hatırlamıyordu. O hâlâ babasının alacağı kitapları düşünüyordu. Baba Ruhi, ilk fırsatta istediği kitapları alacağına söz verdi. Ziya babasına güvenirdi. Onun sözü, kitapların alınması demekti. Babasına teşekkür ettikten sonra odasına girdi. Kitaplara tek tek tekrar göz gezdirdi. İçlerinde, okumadığı bir kitap yoktu. Her birini defalarca okumuştu. O an doktorun söylediklerini hatırladı. Ayna karşısında konuşacaktı.
      Yatak odasına girdi. Komedinin aynası fevkalade güzel gözüküyordu. Önüne oturdu. Kendisine iyice baktı. Konuşmaya niyetlendi ki, annesinin sesini duydu. Çalışmasını annesi göreceği için vazgeçti. Başka bir ayna aramaya başladı. Lavabo aynasını denemek istedi, annesi göreceği için ondan da vazgeçti. Aklına çatı katı geldi. Gizlice oraya çıktı. İçi hınca hınç atıl eşyalarla doluydu. Her eşyanın altına üstüne baktı. Ama aradığı aynayı bulamadı. Yorgun düşüp duvar dibine çömdü. Sırtını da duvara dayadı. Göz ucuyla etrafı gözlerken, umudu tükendiği sırada; duvarda asılı aynalı gaz kandilini gördü. Sanki dünyalar onun olmuştu. Bir hamlede, kandili ellerinin arasına aldı. Her yerine toz kaplamıştı. Tozunu silmek için birkaç defa üfledi. Temizlenecek gibi değildi. Kandili, masa üstüne koydu. Aynasını çıkarmaya çalıştı. Usulünü bilmediği için çıkarırken aynayı kırdı. Nihayet, kırık olsa da bir aynası olmuştu. Oysa lamba, değerli bir antika parçasıydı. Aile hatırası olarak korunuyordu.
      Ziya, lambanın aynasını aldıktan sora, lambayı yerine koydu. Kırık aynanın, cebinden çıkardığı mendille tozunu silmeye çalıştı. Ama beceremedi. Sessizce çatı katından aşağı indi. Bir ıslak bezle onu iyice sildi. Ayna, onun istediği gibiydi. Cebine sığıyordu. Babası, kitap alıncaya kadar, aynayla konuşacaktı. Odasındaki yatağa uzandı. Aynada kendisini görmeye çalıştı. Tam olarak gözleri ile dudaklarını görebiliyordu. O günü kadar yaşadıklarını, aynadaki görüntüsüne anlattı. İlk başladığı anlarda tuhaflık yaşadı. Dakikalar ilerledikçe, aynadaki kendi görüntüsünü alıştı. Kendisini adeta odaya hapsetti. Devamlı konuşuyordu. Tek arzusu, konuşmasını düzeltip arkadaşları ile beraber olmak.
      Aylar sonra baba Ruhi, koltuğunun altında bir kitapla eve döndü. Bu kitap, Ziya’yı çok memnun etmişti. Kitap bir romandı. İsmi de Hıçkırık’tı. Onun yaşına ağır gelecekti ama konu dili onarmaktı.
      Ziya, romanı aylarca okudu. İçinde duymadığı birçok kelimeler vardı. Anlamadıklarını kurşun kalemle işaretleyip, akşam olunca da babasına soruyordu. Nihayet roman bitirdi.
      Baba Ruhi, Ziya için doktordan randevu aldı. Bir hafta sonra doktora gittiler. Doktor, odasına sadece çocuğa aldı. Baba Ruhi salonda heyecanla sonucu bekliyordu. Ziya, doktoru görünce dili tekrar peltekleşmeye başladı. Doktor, onu odasında bırakıp, salonda sabırsızlıkla bekleyen Ruhi’nin yanına gitti:
      – “Söylediğin gibi çocukta bir gelişme görmedim.”
      – “Doktor bey, evde oldukça düzgün konuşuyordu. Bilmiyorum ki birden ne oldu bu çocuğa?”
      Doktor, onu dinledikten sonra Ziya’nın bulunduğu odaya girdi. Ona birkaç soru sordu. Cevap karşılığını, kekeleyerek aldı.
      Doktor, odada dolaşmaya başladı. Arada bir kitap sayfalarını karıştırıyordu. Ziya’nın gözlerine bakarak saçlarını okşadı. Ziya, rahatlayıp mutlu olmuştu. Onun rahatladığını görünce sakin bir üslupla:
      – “Söyleyeceklerimi çok iyi dinle. Sen bir insansın. Doktor olsam da ben de bir insanım. Babanın da, annenin de, başkalarının da senin gibi birer insan olduğunu unutma. Herkesin bir görevi vardı. Sen büyüyünce, senin de bir görevin olacaktır elbet. İşinden dolayı sıkılıp utanacak bir durum yok ortada. Bir başkasıyla konuşurken, aynada kendinle konuşuyor gibi davranacaksın. Bunu sakın unutma. Konuşma anında, kekeleyeceğim diye kendini kontrol altında tutarsan kekelersin. Konuşman asla düzelmez. Mevkisi ne olursa olsun, mesleği ne olursa olsun, onlarında senin gibi bir insan olduğunu unutma.” dedi.
      Ziya, iyi bir nutuk dinledi. Elini öperek, doktoruna söz verdi. Yaşadığı süreç içinde, söylediklerinin hiçbir kelimsisini unutmayacaktı. Baba oğul, doktorun yanından ayrıldılar. Yolda giderlerken, doktorun tavsiyelerini uyarak, babasıyla bir arkadaş gibi konuştular. Arada bir bazı hecelerde takıntı yapsa da konuşması günden güne eski haline dönmeye başladı. Ziya, o günden sonra, birçok kekeme kişiye yardım etti. Birçok hastalara da örnek oldu.

      Abdullah Ziya KABAK


Yorum bırakın

Kategoriler